PARIS GEZİ REHBERİ

PARIS GEZİ REHBERİ




PARİS GENEL OLARAK


Aslında Paris'in pek de matah bir yer olmadığını düşünüyorum ancak bu üçüncü gidişim. "Peki, madem beğenmiyorsun neden 3 kez gittin?" diyebilirsiniz. Paris İstanbul gibidir, hem çok şikâyet edersiniz hem de alternatifini bulamazsınız. Paris'te göreceğiniz sanatı, keyfi, tarihi pek az yerde bir arada bulabilirsiniz.



NEDEN GİDİLMELİ OLUMLU YÖNLER

1. Dolu dolu bir şehirdir. Aradığınız her ne ise bol miktarda bulabilirsiniz, eğlence mi? ticaret mi? sanat mı? müze mi? tarih mi? dinlenme mi? yeşil alan mı? şehir hayatı mı? hepsini rahatlıkla ve sınırsızca yaşatır size Paris. Üstelik tüm bunlar tatmin edici ve en üst düzeydedir. Şöyle ki; eğlence mi istiyorsunuz; dünyanın en iyi showları; Lido, Crazy Horse, Moulen Rouge bu şehirdedir. Dünyanın en iyi müzeleri Lourve, D'Orsay, Versay Sarayı vb bu şehirdedir. Ticaret peşinde misiniz? Paris'in iş hayatı kuvvetli olduğu gibi en bulunmaz materyalleri bile satan çok sayıda yer olacaktır. Yeşil alanları sevenlerden misiniz? Muhteşem parklar sizi bekliyor. Romantizm mi istiyorsunuz, Sen nehrinde nefis bir tekne gezisi ve yemek, güzel restoranlar, romantik manzaralar doyumsuz olacaktır. Gurme misiniz? tam yerine geldiniz.


2. Keyfinize düşkünseniz Paris tam size göre. Ahali "ne zaman çalışıyor bu insanlar?" diye sormanızı gerektirecek tarzda günün 24 saati restoranlarda, cafelerde, barlarda muhabbet halindedir. Dükkânlar sıradan değil keyiflidir, vitrinler hem zevkle dizayn edilmiştir hem de mutlaka sanatsal bir şeyler içerir, kıyafetler seri üretimden çıkmış polyester ağırlıklı değildir. Her nerede olursanız olun zaman keyifle geçirilir. Amerika'da ve son zamanlarda ülkemizde de sıklıkla rastlandığı üzere her şey en düşük maliyetle değil, içerisinde zevk, sanat, dizayn olacak tarzda, üst entelektüel zevklerin eseri olarak inşa edilmiştir. PARİS



OLUMSUZ YÖNLER

1. Bildiğiniz köhnedir, bakımsızdır, kirlidir, döküntüdür. Bakım yapmaya kalktıklarında ise Fransız usulü günlük sınırlı çalışma saatinin pek azında gerçekten çalışır ve inşaatı senelerce bitiremezler. Kimi zaman ulaşılmaz güzellikte ve nezihlikte ortamlara katılır, kimi zaman "burası Paris mi Mahmutpaşa mı? sorusunu sorarsınız"


2. Tıpkı İstanbul gibi ulaşım sizi canınızdan bezdirir. Kurtuluş da yoktur. Hemen her noktaya metro bulabilirsiniz ancak ister metro ister taksi hangi ulaşım aracını seçerseniz seçin yorulursunuz. Taksiler pahalıdır ve adım başı trafik lambası ve trafik sıkışıklığı sonrası çok vaktiniz gider. Metrolar döküntü teneke yığınlarıdır, istasyonlar eskidir, pis kokar. Taksi ile bile çok vaktinizi alan yollar otobüs ile iyice can sıkar. Sonuçta bu şehirde kesinlikle yorulursunuz.


3. Türk parasının 4 yıldır korkunç değer kaybetmesi ile yurt dışındaki her yer artık Türk insanına pahalı olmuştur. Buna ek olarak Paris zaten kendiliğinden tipik bir büyük şehir olarak pahalıdır. Diyelim ki güne bir Paris cafe'sinde kahvaltı ile başladınız kahvaltı tabağı 15 Eurodur. İçecekler hariç, öğle yemeğini 20, akşam yemeğini 30 kabul edelim. Bir kadeh şarap, bira vb içeceklerin ortalama 8.5 Euro olduğunu, bütün gün ayakta kalamayacağınıza göre gün içerisinde çeşitli yeme içmelerle, müze girişleri ve ulaşım eklendiğinde kişi başına günlük zorunlu harcamaların en az 150 Euro olduğu tecrübe edilebilir.



TAVSİYELER:

Pariste öncelikle konuşmaya bonjour ile başlamanızı öneririm. Selamsız lafa girmek kültürel olarak saygısızlık anlamına geliyor ve size yardımcı olmuyorlar, siz de bu durumu Fransızlar İngilizce biliyor ama konuşmuyor şeklinde yorumluyorsunuz. Aslında kabalık yapar pozisyona düşüyorsunuz. Özetle bonjour ile başlarsanız 1-0 galip, başlamaz iseniz 1-0 mağlupsunuzdur. Bir de sonuna “s’il vous plaît” (silvuple) (lütfen) derseniz işiniz oldu demektir.

İklim sandığınızdan bir hayli soğuk ve yağışlı olabilir, Hava durumunu çok iyi takip edin.

Uzun kuyruklarda canınızı sıkmak yerine; müze show vb biletlerinizi internetten almanızı öneririm. Diyelim ki almadınız bu takdirde doğrudan bilet kuyruğuna gireceğinize; kuyrukları geçip, genellikle bilet gişelerinin biraz ötesinde olan elektronik ekranlardan satın almayı tercih ediniz. Nedense insanlar kuyruk görünce giriyor ve bekliyorlar oysa ileride makineler var.



ŞEHİR İÇİ ULAŞIM:

Paris'de ulaşımı tam olarak öğrenmek isterseniz 3 haftalık bir kurs almanız gerekebilir. Adeta öyle karmaşık bir sistem yapalım ki kimse anlamasın diye düşünülmüş. Bu sebeple detaylara fazla takılmadan bu yazıda söylenenleri kabaca anlamaya çalışın yeter. Detaya girersek öyle kolayca halledebileceğiniz bir şey değil.


Öncelikle "sadece 1-2 gün kalacağım, hava alanından şehre taksi ile giderim, Versay Sarayı ve Disney gibi merkezin dışındaki bölgelere gitmeyeceğim" diyorsanız ulaşım detaylarına girmeden şehri yürüyerek gezmenizi çok gerekiyorsa tek seferlik biletlerle metro ve otobüste idare etmenizi öneririm. Bu biletleri otobüs şoföründen veya makinelerden alabilirsiniz. Eğer en az 5 gün Paris'te kalacaksanız bu kez farklı önerilerim olacak:


HAVA ALANINDAN ŞEHRE ULAŞIM: Dedik ya Pariste ulaşım bezdirir diye. Havaalanından şehre gidiş kırk katır mı? kırk satır mı? türünden; sorunlardan sorun beğeneceğiniz bir durumdur. Valizleriniz de olduğuna göre en iyisi taksiye binin bu sorunlardan kaçın derim. Havaalanı-şehir merkezi resmi taksi ücreti 50 Eurodur. Bize bu bedelin yasal olduğu ve daha fazla vermemek için ısrar etmemiz söylendi. 55 Euro ödeyenleri de gördük. İkinci olasılık ise RER adı verilen banliyö sistemi ile şehre gelmektir. Öncelikle kişi başı 10,30 Euro vererek bilet alacaksınız. Daha sonra büyük bir olasılıkla Gare du Nord adı verilen merkezdeki garlardan birine geleceksiniz. Bu gar havaalanı kadar büyüktür. Gar içerisinde sizin gideceğiniz asıl bölgeye giden bir başka RER veya metroya aktarma yapmak üzere mesela 300 metre yürüyüp, kalabalıklar içerisinde doğru metro hattına ilişkin doğru istasyonu bulacaksınız. Valizlerle tekrar aktarmalarla final istasyonunuza ulaşacaksınız ki bu Paris'e yeni başlayanlar için ileri düzey bir sınav olacaktır.

Eğer tesadüf bu ya konaklama merkeziniz Opera binasına yakın ise doğrudan buraya gelen havaalanı servisleri var. Havaalanına giden belediye otobüsü de varmış ama yolculuk 2 saat sürüyormuş.


EN İYİ ÇÖZÜM; NAVİGO KART: Navigo Découverte ( navigo dekuveğt okunur) adlı sınırsız in-bin hakkı veren kartı bilet gişelerinden 5€ kart ücreti + 22,80 Euro haftalık ulaşım bedeli ödeyerek alabilirsiniz. Bu kart ile havaalanından şehre gelmeniz ve Versay ve Disney gibi şehrin dışındaki noktalara gitmeniz de mümkündür. Normalde son derece tavsiye ettiğim ve dertsizce metro, otobüs ne bulursanız binebildiğiniz bu kart için Fransızlar uzun süre düşünmüşler ve insanları deli etmek için iki gıcıklık bulmuşlar:

1. Bu kart Pazar geceleri ölüyor. Yani Paris'e Pazartesi geliyor iseniz sorun yok. Çünkü Pazartesi dolduracağınız kartı tüm hafta kullanabilirsiniz ama Perşembe günü geliyorsanız bu paraya değer mi belli olmaz çünkü haftalık diye aldığınız kart aslında Pazar gecesi ölüyor. Pazartesiden itibaren yeniden doldurmak zorunda kalıyorsunuz.

2. Bu kartı almak için bir de fotoğraf gerekiyor. Dolayısı ile muhtardan ikamet istemediklerine şükredip bir de cüzdanınızda vesikalık fotoğraf götüreceksiniz Paris'e. Üstelik de orada makas da olmayacağından fotoğrafı daha Türkiye'de iken kenarlarından küçülterek götüreceksiniz. Bu kartınızı metrolara girişte ve çıkışta, otobüslerin içerisindeki aletlere dokundurarak kullanmanız gerekiyor.


TEK SEFERLİK KAĞIT BİLET: Bu biletler metro girişlerindeki elektronik cihazlardan tek tek veya 10'lu olarak alınabilir. 90 dakika içinde farklı hatlarda kullanılabilir ama buradaki gıcıklık ise metrodan inip otobüse binememe şeklinde belirlenmiş. Esasen her seferinde makineden bilet almak da başlı başına bir diğer gıcıklık. Bir çok menüden sonra tek bilet almayı seçmenizin yanında bozuk ya da kağıt paralarla bilet bedelini makineye vermek de ayrı bir sorun. Ayrıca bu biletleri hem girişte hem çıkışta okutmanız gerekiyor.

PARİS PASS: Her tür ulaşım aracına sınırsız binmeye ve müzelerde avantaj sağlamaya yarayan bu kartlar ise oldukça yüksek fiyatlarda olduğundan "tüm müzelere gideceğim, Parisin altını üstüne getireceğim" gibi iddialarınız yok ise sizin için uygun olmayabilir.

BATOBUS: Batobus Seine nehri üzerinde 7 durağı sürekli olarak dolaşan teknelerdir. Özellikle de güneşli bir gün hatta tercihen Pazar gününü seçerseniz 16 Euro karşılığında tüm gün boyunca istediğiniz durakta inip istediğinizden binerek gün boyu sınırsız sayıda in bin yapabileceğiniz bir şekilde çoğu açık havadaki çekici noktaları ziyaret edebilirsiniz. Örnek olarak Eyfel Kulesi gezinizi bu tekne turu ile aynı gün yapmakta fayda olabilir. Notre Dam kilisesi de duraklardan birisindedir. Akşamüstü Seine Nehrinde en güneyde yani Eyfelin aksi istikametindeki Jardin Des Plantes durağında inerseniz kıyıda vals ve salsa yapanlarla birlikte hoşca vakit geçirebilirsiniz. Dikkat edeceğiniz husus şudur; bateaux-mouches tarzı tekneler sadece 1 saatlik tek bir gezi sunarlar, batobus'lar ise akşam 21:30a kadar size hizmet ederler. Elbette ki bir başka tekne gezisi alternatifi de yemekli akşam turlarıdır.

ARABA KİRALAMA: Bence Paris dışındaki kasabalar boyunca gezmeyecekseniz araba kiralamayınız. Zaten park yeri yok ve pahalı, trafik yoğun, ışıklar çok fazla, düşünsenize bir Türk olarak sarı ışıkta bile durmak zorunda olmak, yayalara mutlak öncelik tanımak, korna dahi kullanmamak vs vs bizi bozar ve zorlar. Gerek yok, bence şehir içinde kullanmayın.



NEREDE KONAKLAMALI

Öncelikle Paris otelleri inanılmaz küçüktür. Avuç dolusu para verdim, bana kötü oda vermişler diye düşünmeyin, tüm odalar böyledir. Expedia sitesi uçak+otel olarak uygun fiyatlar verebiliyor. Ayrıca her zamanki gibi airbnb aracılığı ile tarihi, karakterli ve merkezi bir konaklama yakalamak faydalı olacaktır. Biz airbnb'den 3 katlı bir evin çatı katını kiraladık, loft daire olarak Paris ölçülerinde inanılmaz büyük ve merkezi idi. Otel fiyatına ama otel odasının 3 katı büyüklüğünde gerçek bir Parisli evinde, gerçek bir Paris mahallesinde, Paris mobilyalarıyla döşenmiş muhteşem bir çatı katı idi. Airbnb'den ev kiralamanın en zor yanı ev sahibi ile iletişim gerektirmesidir. Bu sebeple yabancı dili olmayanların ve yurtdışı tecrübesi olmayanların kolaylıkla halledebilecekleri bir yöntem olmayabilir. Örnek olarak; biz ev sahibi olmaksızın 3 ayrı şifreli kapıdan geçerek kendi başımıza yerleştik ve konaklamada bir sıkıntı yaşamadık ama herkesin kolaylıkla yapabileceğini söylemek güç.


GEZİLECEK YERLER

Öncelikle hava durumuna bakın ve gezi planınızı yapın. Hava yağmurlu ise Lourve Müzesi, güneşli ise Eyfel ve Seine Nehri turu gibi düzenlemeler çok sorunu önceden çözecektir. Ayrıca Pazar günü planınızı da yapmanız gerekir. Pek çok Avrupa ülkesi gibi Pazar günü bir çok yer kapalı ve tatsız olacaktır. Benim önerim hava güneşli ise Pazar günü Sein Nehri ve çevresindeki Eyfel, Notredam Kilisesi vb aktivitelerdir. Montmarte (ressamlar) tepesi ve civarı da yine Pazar günü gidilebilecek yerlerdendir. Ayrıca Le Marais (lö mağö okunur) bölgesi de Pazar günü canlıdır.

LOURVE MUZESI: Bu ünlü müze boşuna ünlü olmamıştır. İnternetten aldığınız biletler ile sabah saatlerinde girdiğiniz müzede herkes gibi nerede bu "Mona Lisa" derdine düşüp yanınızdaki onyüzmilyonbin kişinin arasından sıyrılıp selfi çekmek görevinizi yerine getirdikten sonra, müzenin onyüzmilyonbin odasına dağılmış onyüzmilyonbin esere bakmaya çalışıyorsunuz. Çalışıyorsunuz çünkü sabah son derece hevesli başlayan ziyaretçiler olarak; öğleden sonra yorgunluktan bitab düşüyorsunuz. Örnek olarak biz; akıllı telefonumuzun kayıtlarına göre müze içerisinde 10 km yürüdükten sonra kalan kısımları bir sonraki ziyaretimize bırakarak çıkmak zorunda kaldık.

MUSEE DES ARTS DECORATIFS: (müze dezağ dekoğatif) Lourve Müzesinin arkasında Rue de Rivoli caddesinde olup Lourve Müzesinin heybeti ve büyüklüğünden kaybolmuş bu müze, genellikle gözden kaçırılıyor. Zaten Paris'te onlarca müze var hangisine gideceksiniz. Lourve yağlıboya tablo ve heykel ağırlıklı iken bu müze obje ağırlıklıdır. Mesela mobilyalar, mücevherler, tekstil veya araç-gereçler gibi.

MONTEMARTE: Burası bir semt mi desek, bir tepe mi desek, tarihi sokaklar, kiliselerle dolu, manzaralı bir yerdir. Tıpkı Eyfel ve Champs-Elysées gibi tipik bir Paris gezisinin olmazsa olmazlarındandır. Sacre Coeur denilen tepenin en başındaki bembeyaz kilisesi ve ressamları meşhurdur. Öncelikle taksi ve Montmartrobus haricinde herhangi bir vasıta ile doğrudan tepeye gitmek mümkün değildir. Öyle olunca buraya gitmek her zaman hem kolay hem zor enteresan bir durum olmuştur. Eğer turla gitti iseniz; hem otobüsün daracık sokaklardan en tepeye gitme imkânı olmadığından, hem de rehberiniz sizin için para harcamayacağından muhtemelen atlı karıncanın olduğu parkın alt kısmında bırakılacaksınız. Bu durumda park boyunca yukarıya kadar onlarca merdiven çıkmak ya da fünikilere binmek arasında bir tercih yapacaksınız. Böylece tur programınız ister istemez önce park, sonra kilise ve sonra Place du Tertre denilen ressamlar meydanı ve çevresindeki sokaklar olacaktır.

Eğer kendi imkanlarınızla gidiyorsanız bence en iyi yöntem metro ile Pigalle durağına gelmek buradan sıkça kalkan Montmartrobus‘e binerek en tepedeki noktada, Place du Tertre – Norvins durağında inmektir, zaten tüm turistler aynı durakta ineceklerdir. Böylece tepeye zahmetsizce ulaşmış olacaksınız, aksi halde zaten gezilecek çok şey varken daha baştan merdiven veya yokuş çıkarak yorulacaksınız. Bu noktaya çıkınca bu kez tersten önce tarihi sokaklar sonra ressamlar meydanı, sonra kilise ve parktan aşağı tekrar Pigale'ye dönülecektir. Bu arada elbette ki ressamlar tepesi ile kilise önündeki parklarda merdivenlerde oturmak, müzik dinlemek ve birşeyler içmek olmazsa olmazlardandır. Dönüşte veya gidişte Pigale bölgesi de gezilebilir ancak özellikle akşamları olmak üzere genel ahlaka aykırı bir bölge olduğundan yanınızda çocuklar var ise uygun olmayabilir.

Beyaz kilisenin adı Sacre coeur'dur ve saklı-gizli kalp demektir. Özetle bu isim; kavuşamayan aşıkların saklı buluşma noktası olmasından gelir. Elbette ki detaylı hikayede fakir gence aşık olup, babasının evlenmelerine izin vermediği ve aşkından eriyen zengin bir kız bulunmaktadır.

LE MARAIS: “Lö mağe” şeklinde okunan bu bölge ilginç, entellektüel bir semttir. Yahudi ağırlıklı olduğundan Pazar günü gezilebilir ama Cumartesi daha fazla dükkan kapalı olabilir. Sonuçta bir semt büyüklüğünde bir yerden bahsettiğimiz için çok sayıda metro istasyonundan ulaşabilirsiniz. Tipik bir ulaşımda 1 nolu metronun "Saint Paul" durağından içerilere doğru gidebilirsiniz. Böylece Village Saint-Paul denen bölgede dolaşıp oradan park şeklinde düzenlenmiş enteresan bir meydan olan Place des Vosges'e geçebilirsiniz. Bu parkın etrafındaki birbirinden üstün sanat galerilerini görmeyi ihmal etmeyiniz.

Vaktiniz elverdiğince sokaklarını gezdiğinizde ilginç restoranlar, kafeler, sanat galerileri, mini butikler, ilginç dükkanlarıyla canlı bir gün geçirmiş olurusunuz. Bu semtteki kafeler nedense her an dolu, falafel denen arap kökenli yiyecek satıcılarında kuyruk var, enteresan restoranlar yanında, neredeyse her dükkan vitrini bir ilginçlik barındırıyor. Elbette mini sanat galerileri ilgi çekiyor. Paris Tarihi Müzesi diyebileceğimiz Musée Carnavalet , Picasso Müzesi, Ulusal Arşiv Müzesi, Place des Vosges, Victor Hugo’nun Evi, Saint Paul Kilisesi, Village Saint Paul, gibi ilgi noktaları da mevcut.

EYFEL KULESİ: İnanması güç ama Eyfel Kulesi, Fransız demir-çelik sanayisinin geldiği noktayı tüm dünyaya göstermek üzere Fransız Devrimi’nin 100. yılında düzenlenen Expo 1889 fuarı için geçici olarak inşa edilmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bu kuleyi çekici bulmayanlardanım. Saatlerce kuyruk beklememek için biletinizi önceden internetten almanız öneriliyor. Bu kez de hava durumuna takılıyorsunuz. Yani bilet günü hava kötü ise eziyet dışında bir şey olmuyor. Güvenlik önlemleri, kuyruklar, bitmeyen inşaatlar Eyfel Kulesini iyice çekilmez kılıyor. Vaktiniz sınırlı ise kuyruklar ve ciddi vakit kaybına değip değmeyeceğini sorgulayınız.

Metro ile gidecekseniz 6 numaralı metro hattının Trocadéro durağında inip önce uzaktan Eyfel manzarasını seyredip sonra yaklaşmayı deneyebilirsiniz. Doğrudan ulaşmak için “Bir Hakeim” durağına gidiniz. RER-C trenlerinde “Champs de Mars” durağı da kullanılabilir.

OPERA GARNIER: Vaktiniz çok sınırlı ise sadece dışarıdan görmeniz gereken bir yapıdır. Vaktinize ve ilginize göre içini de gezebilirsiniz. Böylece 1.900 kişilik bu dev salonu, canlı renklerdeki duvar ve tavan süslemelerini ve dev sahne dekorlarını görebilirsiniz. Yine de yapacağınız en iyi şey gezi tarihinize isabet eden bir performans biletini önceden internetten almanızdır.

Bu arada tarihi ve ilginç bir yapıda bulunan Starbucks şubesi Opéra Garnier‘den çıkıp sol yöndeki ana caddenin karşı kaldırımında bulacağınız Starbucks Capucines'dir. Gelmişken Boulevard des Capucines üzerinde yürümekte ve yol üzerinde ünlü müzikhol Olympia Music Salonunu görmekte de fayda vardır. Bu bulvar üzerindeki pasajlar da ilginçtir.

CHATEAU DE VERSAILLES, VERSAY SARAYI: İçini gezmeseniz de hava güzel ise bahçesinde gezmekten dahi zevk alabileceğiniz genişlikte bir saraydır. Aslında birden fazla tren ile ulaşmak mümkün ise de çoğunluk saraya RER-C adlı banliyö ile gelir. İstasyondan çıkınca önce sağa sonra sola doğru saraya kadar 500 metre kadar yürünür. 1661‘de Av Köşkü olarak başlanan, daha sonra zaman içinde Avrupanın en büyük sarayı haline gelen bu yapı kadar bahçesi de havuzları da muhteşemdir. 2.300 odalı olduğundan odalar, odalar; şatafat daha fazla şatafat derken gününüz yorgunlukla bitecektir. Bahçeler o kadar büyüktür ki tümünü görmek için mini trene binmeniz gerekir. Bahçe gezinizi minimum tutsanız bile arka bahçeden ana havuza dek inmeniz mutlaka tavsiye edilir.

DİSNEYLAND: Parası ve imkanı olanlara elbette ki; Amerika'nın Orlando şehrindeki asıl Disneyland'lar önerilir ancak eğer çocuklarla seyahat ediyorsanız eliniz mahkum Paris'e gelmişken gideceksiniz. Öncelikle ulaşım için RER-A adlı banliyö hattının son durağında ineceksiniz. Ancak binmeden önce iki defa sorun Disneyland'a giden RER-A mı diye çünkü gitmeyeni de var. Bilet almak konusu oldukça karışık. En hesaplısı elbette internet üzerinden önceden bilet almaktır. Kapıdaki bilet hem pahalıdır, hem kuyruk beklersiniz. Ana kapıdan geçtikten sonra Disneyland Park‘a girmek için sağa, Walt Disney Studios‘a gitmek içinse sola dönmeniz gerekiyor. Peki siz hangisine gideceksiniz sorusunun cevabı "çocuğunuzun kaç yaşında olduğu ile ilgilidir." Çünkü birincisi daha küçük yaş çocuklarına hitap eden masalsı ve çizgi film kıvamında iken, ikincisi yani Walt Disney daha büyük yaşlara hatta yetişkinlere hitap eden lunapark tarzı aktiviteler içerir. Bilet almanın bir zorluğu da budur. Bu Disney işine kaç gün ayıracaksınız önemlidir. Ben belirli bir tema parkı seçip 1 günde gezmenizi öneririm. İkincisine de gidecekseniz ikinci bir gün ve ikinci bir tek giriş bileti öneririm.

Detaya giremeyeceğim çok fazla sayıda bilet seçeneği var. Normal olarak kişi başı 100 Euro bilet ücretinden bahsedilebilir. Bu fiyat promosyon yakalarsanız azalır, uzun sürelilerde 399 Euroya kadar çıkar. Girdiğinizde masal veya film içerisindeymişsiniz gibi son derece ilginç bir dekor altında, her bir aktivitenin önünde sıra bekleyerek çeşitli eğlencelerin her birisini tek tek tadarsınız. Eğer aktivitenin önündeki kuyruk fazla ise FastPass hakkınızı kullanabilirsiniz. Yani otomatlara gidip "bana uygun bir saatte randevu ver o saatte geleyim, sıra beklemeden gireyim", hakkınızı kullanabilirsiniz. İkinci sıra beklememe yöntemi tek tek binmek koşulu ile Single Rider sırasına girmektir. Yani herkes ailesi ile birlikte binerken yanlarında kalan tek kişilik koltuklara oturtuluyorsunuz.



TAVSİYE EDİLEBİLECEK ÇEŞİTLİ AKTİVİTELER:

1. Eyfel'den Şanzelize yönünde yürümek, hava güzel ise Seinne nehri boyunca Notre Dam Kilisesine doğru yürümek.

2. Lourve Müzesi ile Şanzelize arasında yürümek. Tuileries Bahçesi‘ndeki havuz çevresindeki yeşil sandalyelere oturup dinlenmek, Concorde meydanına göz atmak.

3. Yorulunca 42 numaralı belediye otobüsüne binerek genellikle turistik bölgelerde giden bu otobüs sayesinde dinlenrek etrafı görmek.

4. jardin du luxembourg yani lüxemburg bahçesine gidin, bahçenin ortasındaki büyük havuzda kayık yüzdürenleri seyredin, koyu yeşil parktaki huzurun yanında koşturan eğlenen çocukların kattığı neşeyi ve oksijeni soluyun.

5. Paris dışındaki muhteşem Orta Çağ kasabası Provins‘a banliyö treniyle gidip güzel bir gün geçirin.

6. D'orsay(öğse okunur) Müzesi'de kaçırılmaması gereken onlarca Paris müzesinden birisidir. Tablo ve heykel ağırlıklı olduğundan bir çeşit daha kolay gezilebilen Lourve müzesi sayılabilir.

7. jardin des plantes içinde hayvanat bahçesi, botanik okulu ve tabiat müzesi de bulunan bir botanik bahçesidir.

8. Grande mosquée de paris Paris'in en büyük camiidir, Fas mimarisinin etkisi görülen camide aynı zamanda hamam, kafe-restoran, eğitim merkezi ve ortasında el-hamra sarayının cennet bahçelerini andıran havuzlu bir bahçe de bulunur, restoranları çok rağbet görür.

9. Petit Palais ve Modern Sanat Müzesi: Dünyaca ünlü sanatçıların sergilerinin yer aldığı modern sanat müzelerinden birisidir. Avrupa’nın 19 ve 20. yüzyılda geliştirdiği görsel sanatlara tanık edeceğiniz bu müzelerde sadece bazı sergiler biletli olabilir.

10. Paris’in bitpazarları: Meraklıları için Parisde bit pazarlarına gitmek buradan çok ilginç nesneler almak hatta Türkiye'den götürdüklerini satmak bile mümkün olabilir. Önce bu pazarların açık olduğu tarih ve saatler belirlenmelidir. Sadece haftasonu veya sadece 13.00’e kadar açık olabilirler. Marché aux Puces St-Ouen adlı en büyük olanına gitmek için 85 no'lu otobüs ile veya 4 nolu metroda Clignancourt'a gidilir KFC önünden Total benzin istasyonu geçilir, ilk gördüğünüz iğrenç satıcılar değildir onlar da geçilerek ulaşılabilir. Diğer pazarlar Tartes Kluger ve Foire de Chatou'dur ama zaten zaman zaman şehrin çeşitli yerlerinde bu tür pazarlar geçici olarak da kurulmaktadır.

11. Cent Quatre Sanat Merkezi: Uluslararası platformda başarılı olan sanatçıların dans, müzik, tiyatro ve sinema dalında sergi açtığı ve performans gösterdiği bu sanat merkezine giriş ücretsiz.

 12. Palais Royal Sarayı: 17. yüzyıl esintilerini hissedeceğiniz bu büyüleyici saray bakımlı bahçelerin arasına gizlenmiş durumda. Bu sebeple pek çok Paris ziyaretçisi bu sarayı göremeden ülkelerine geri dönüyor. Görkemli bir saray olmasının yanı sıra Napoléon, Balzac, Proust ve Colette’nin yemek yediği Paris’in en eski restoranlarından birine ev sahipliği yapan Palais Royal bugünlerde bir moda merkezine dönüştürülmeye çalışılıyor. Siz de isterseniz biraz uğraş sonucu ulaştığınız Palais Royal’ı ücretsiz ziyaret edebilirsiniz.

13. St-Martin kanalının etrafında gezinti: Gerçek bir Parisli gibi vakit geçirmek istiyorsanız ağaçlarla ve köprülerle güzelleşen St-Martin kanalında mutlaka vakit geçirin. Tam bir yol haritası olmasa da kanalın batı kıyısında şık kafeleri ve alışveriş yapacağınız alanları bulabilirsiniz. Kanalın sol tarafında ise Henry IV tarafından 1607’de kurulan Saint-Louis hastanesini görebilirsiniz.

14. Şehir dışı aktiviteler: Özel araçla gidebileceğiniz Giverny, Barbizon gibi köyler, banliyö treni ile gidilebilen Provins adlı kasaba, tarihi orta çağ kenti Rouen, denizci kenti Saint Malo, sahil kasabaları Deauville & Trouville, balıkçı köyü Honfleur, falezleriyle ünlü Etretat, Fransa’nın Eyfel Kulesi’nden sonra en çok ziyaret edilen yeri Le Mont Saint-Michel.



YEME-İÇME:

Kahvaltıda bir kruvasan bir kahve veya poşet çay gibi hiç de sizi tatmin etmeyecek şeyler olabilir. Marketten aldığınız peynirin kalitesi çok iyi ve ekmek de muhteşemdir. Bu durumda marketten alma peynir ekmek kahvaltısı sizi oteldeki veya kafedeki kahvaltıdan daha mutlu edebilir.

Restoranlarda her istediğiniz yere oturamazsınız, bırakın size yer göstersinler. Santimetre kare bile çok kıymetlidir. Masalar küçüktür. 4 kişilik yere 2 kişi oturamazsınız. Hizmet yavaştır. Garson sayısı azdır. Garson menüyü bırakır siparişi 10 dakika sonra alır, yemek yarım saat sonra gelir. “l’addition s’il vous plaît” (ladisyon silvuple) yani “adisyon lütfen” dedikten 10 dakika sonra hesabı alabilirsiniz. Aceleniz varsa restorana oturmayınız. Beklemeye alışınız. Sizden bahşiş beklenmeyebilir çünkü çoğunluk hesaba dahildir. Menülerde “Entre+Plat+Dessert” (antğe, pla, deseğ) şeklinde “formule (formül)” dedikleri bir grup yemeği tek ve daha uygun bir fiyata almak avantajlıdır. Yemeklerin içeriğini Türkiye'deki gibi kafanıza göre değiştirmeyiniz. Dumur olurlar ve isteğinizi de karşılamazlar. Yani Cem Yılmaz gibi "abi sen bana ne yap biliyomusun" diye özel sipariş geçmeyiniz. Çoğu restoran La Fourchette – The Fork online rezervasyon sistemi üzerinden rezervasyon kabul ediyor.

Musluk suyu içilebilir. Karafta normal su istemek için une carafe d’eau (ün kağaf do) demeniz gerekir. Şarapların güzel olduğundan bahsetmeye bile gerek yok. “le vin de la maison” (lö van dö la mezon) diyerek ev şarabı bile isteseniz kalitesi son derece iyi oluyor.

Café gourmand (kafe gurman) isterseniz küçük tatlılardan oluşan bir tabak sayesinde özellikle de kahve yanında ve yemek sonrasında ağzınızı tatlandırabilirsiniz.

Soğan çorbası denemenizi önerdiğim lezzetlerden birisidir.

























































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder